9 Şubat 2017 Perşembe

Renkli Kirpi

İlk renk nedir diye araştırmaya başlayınca akla ilk gelenin aksine karşıma bir sürü renk çıkmadı. Aksine onların elimizden alındığı gerçeğine ulaştım. Bunu alan kişiyi araştırmak yerine doğada renklerin olmadığı teorisini ortaya koydum. Bu teori beni tatmin etmedi ama hedeflerim benden daha önceydi. Bu öncelik gereği beni ilerletecek her şey mübahtı. Bu mübah durumdan faydalanmak zorundaydım çünkü buna şartlanmış bir şekilde yetiştirilmiştim. Bu ordunun bazen uyguladığı "önce vur sonra soru sor" planına benziyordu. Aynı değil ama benziyordu dememin sebebi ise ordu ile siyasal anlamda ters düşündüğümü sanmamdan. Aslında ben de ordunun ülke için çizdiği siyasal iklimden farklı bir iklimde nefes almıyordum.
Teorimin temelinde hayatın renksiz olduğu çünkü insanın bütün ilişkilerinin tek bir bakış açısı ile açıklanabilirliği yatıyordu. Bu tek bakış açısını efendi ve köle aşkı olarak adlandırdım. Bu bakış açısında efendi ile köle arasındaki istemsiz ve kontrolsüz sevgi mecazı ile anlatıyordum. Bu durumda efendi kölesine aşık çünkü onda efendiliğini görüyor ve tatmin ediyor ama aynı zamanda da efendi olarak kötü birisi olduğunu fark ediyor.  Köle ise efendide dünyaya bağlanmış bir köle olduğunu fark ediyor ve köleliğinden duyduğu utancı acı çekerek bastırıyor. Tek renk var çünkü herkesteki temel duygu utanç. Bu utancı yaşamayan insanı sağlıklı saymıyordum.  Resmi görüşe uyan da buydu. Egemen rüzgar arkamdaydı ve bunun tadını çıkartıyordum. Artık akademideki kariyerim güvendeydi...

...... bilimler ve sanatlar akademisinde savunduğum tezim sadece kabul görmekle kalmadı. Çok geçmeden teori olarak kabul gördü ama çok anormal bir şekilde çabuk kabul gördü. Bu garipliği o zaman içinde bulunduğum coşkun duygu durum nedeniyle sorgulayabilecek kapasitede değildim. Evet doktor ünvanı almıştım ama içinde bulunduğum durumu sorgulayabilecek durumda değildim. Bu durum ne kadar sürdüğünü düşününce kendimi çok şanslı hissettim. Teori olması 6 ay süren tezimden şüpheye düşmeye 3 ay sonunda başladım. Yanlış olduğunu fark etmem 3 günümü aldı. Sonunda bu durumu açıklayan bir makale ile kendimi yerimden ve yurdumdan etmeyi başardım. 

....... akademisine bağlı bir akıl hastanesine düştüm. İlk zamanlar "yine de ilk konumumdan çok uzakta değilim" diye iç geçiriyordum ama sonradan fark ettim ki ben, artık ben değildim. İki hafta sonunda çıktığımda ne eski işime ne de eski konumuma sahiptim. Neyse renkleri araştırma sürecime döndüm. Bu dönüşe neden olan şüpheyi aklımdan atamıyordum. Şüphe, ikilikten geliyordu. Ne zaman var desem zıt düşünce geliyor ve fikirlerime çarpıyordu. Eğer renkler yok dersem bu sefer de renklerin olduğu fikri aklımı kemiriyordu. Sonuçta her zaman zıddına sahip oluyordum. Bu ikilik benim hayatımın anlamını yok ediyordu. Yok etmesinin nedeni ise ne zaman hayatımın anlamına karar versem zıt düşünce hayatımın anlamını yok ediyordu. En kötüsü bu değil, bu durumu ifade edemiyordum korkumdan. İnsanların bana zarar vereceği korkusundan. O yüzden insanların gözüne batmayacak şekilde hareket etmeye çalışıyordum.

Renkleri ararken bir efsane ile karşılaştım. Bu efsaneye göre renklerin olduğu bir tayf çıkarmış yağmurdan sonra ve bu tayfın altından geçersen cinsiyetini kaybedermişsin. Bu durum saçma ama renklerden bahsettiği için ilgimi çekti. Çekmekle kalmadı aynı zamanda renklere karşı bir duruş geliştirmeme neden oldu. O zamana kadar inandığım ama hiç ilgilenip bakmadığım birisinin bu işteki parmağını sorguladım. Tanrı bize renkleri verdi mi ? Yoksa biz mi uydurduk onları ? 
O zaman eski bir efsane olarak s...r'lerdeki bir efsaneyi gördüm. Buna göre insan gerçeği görmek istedi ama aynı zamanda gerçekten muaf tutulmak istedi. Bunun için yasağı çiğnedi ve ışığı kırdı. Bu yasağın bedeli olarak renkler insanların elinden alındı. İlk fikrim kızgınlıktı ama sonradan anladım. Bu kızgınlığın nedeni eski bir efsaneyi ciddiye almaktan öteydi. Bu kızgınlığın nedeni ayrıntıları okuyunca hayatımdan endişe etmeme neden olmasıydı. Sonuçta o kitapta biten bir kızgınlık olmadı. 

İnsan, ışığı kırarken aslında hakikati eğip büktüğü için cezalandırıldı. Bu cezayı hak eden insanlar binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen henüz suçundan pişman olmamıştı. Bu bir pişkinlik değil aksine insanın mayasının ne üzerine kurulu olduğunu gösteriyordu. Hakikat insanın mayasının kötülüğe dayandığı gerçeğinde gizliydi. Bu gizi çözemedim ama bir gün çözeceğim diye iç geçirdim hep. Bugün evimin üstünden f-16 uçakları uçarken bulduğum hakikatin bana ödeteceği bedeli görmek için evden çıktım. Sokakta yürüdükçe başka insanların da çıktığını gördüm. Bu insanlar da mı hakikata sahipti ? Yoksa sadece politik bir duruş muydu bu yürüyüş ? Son ve imkansız ihtimal yürüyüşlerinin sportif olma ihtimaliydi. Yaya yolundan çıktığım ilk anda gelen aracı göremediğimi fark ettim. Sonrasında ikinci hatamı yaptım. Bu da yeterince hızlı hareket edememekti. Şu an yattığım yerde ölümü beklerken uykunun ölümcül tadı ile başbaşa kalırken renkleri görebiliyorum. Elveda renksiz dünya !